
Hızla büyüyoruz
Kayalıbağ Mh. T.Cemal Beriker Blv. Kadıoğlu İş Hanı No:27/209 Seyhan/Adana
Üretim Tesisi
Eski Kabasakal Mh.Döşeme Sokak No:220/A Kozan/Adana
Telefon
+90 530 694 85 66
E-Posta
info@ramaasfalt.com.tr
+90 530 694 85 66 | info@ramaasfalt.com.tr
Merhaba, Asfalt Türkiye Dergisi için ilk yazdığım yazı bu. Bundan sonraki sayı¬larda ama teknik yazılarımla, ama asfalt konusunda magazinel yazılarımla sizlerle birlikte olacağım. Asfalt işlerinde tam 30 yıldır bulunmaktayım. Benden eski arkadaşlar mutlaka var ama ben teknolojinin çok hızlı geliştiği son 30 yılda asfalt teknolojisinin nasıl geliştiğini bizzat yaşayarak, inceleyerek ve üzerinde akademik çalışmalar yaparak ülkemize uyarlanmasında bulundum ve bundan sonraki süreçlerde de bu konuyu benden sonrakilere aktarmayı da kendime bir ilke edindim. Bu sayıda, bitümle birlikte başlayan asfalt karışımlarının ilk bulunması, deneme çalışmaları ve dünya genelinde yapılan ilk çalışmaları anlattıktan sonra, önümüzdeki sayılardan itibaren asfalt ile ilgili birçok konuyu burada anlatacağım.
Asfaltın, yaygın biçimde kullanılması nedeniyle günümüzde varlığı kanıksanmıştır. “Asfalt” ya da “yol” ifadeleri artık aynı anlamda algılanmaktadır. Genel olarak “yol” denildiğinde asfalt kastedilmekle birlikte, bu iki kavramın birleşmesi oldukça yeni bir olgudur. Bu bölümde, zaman içinde bir “evlilik”te olduğu gibi birbirinden ayrılmayan ve modern uygarlığın sembolü hâline dönüşen bu buluşmanın bin yıllık tarihçesi anlatılacaktır.
“Asfalt uygarlığı” olarak adlandırılan bu öykü, altı bin yıldan daha eski zamanlarda Nil ve İndus nehirleri arasındaki alanda başlamıştır. Efsanevî Ninive, Lagash, Ur ve Babylon şehirlerinde elde edilen pek çok bulguda bitümden elde edilen ürünlerin yapımına rastlanmıştır. Buna göre, Mezopotamya’nın tarihi dönemlerinden bu yana bu malzemenin bilinmekte olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka örnek de, geçmişi M.Ö. 2850 tarihine dayanan “Lagash mühürleri” dir. Yine tarihî metinlerde yer alan diğer önemli kanıtlardan öğrendiğimize göre, Babil’deki ünlü “Tanrıların Yolu”, dinsel törenlerde üzerinden rahiplerin geç¬tiği, piramitlerdeki “zigurat”lara giden asfalt bir yoldu. Aynı şekilde İncil’de de bitüm kullanımına ilişkin pek çok kanıta rastlanmaktadır.
Örneğin, Nuh’un gemisini su geçirmez hâle getirmek için gemide bitüm kullanıldığı, aynı şekilde Musa’nın doğar doğmaz bitümlü su geçirmez bir sepetin içinde Nil nehrine bırakıldığı anlatılanlar arasındadır. Bitümün, yani doğal asfaltın, antik dünyanın bu bölgesinde çok kullanılan bir malzeme olduğu anlaşılmaktadır. Mısırlılar bitümü, mumyaların hazırlandığı “ölü evi”nde yaygın olarak kullanmışlardır. Bu arada, eski Arapça’ da “mumya” kelimesi o yörede bitüm ile aynı anlamda kullanılan katran kelimesi ile aynı anlama gelmektedir. Katranın asıl kullanım amacı, gemilerde omurga kısmını ve kulübelerin çatısını su geçirmez hâle getirmekti. Geçmiş dönemlerde yol yapımı konusundaki üstünlük kesinlikle Romalılar’a ait görünmektedir. İmparatorluğun genişleme devrinde Romalılar, mükemmel bir şekilde döşedikleri, neredeyse 120,000 km uzunluğunda bir yol yapımını gerçekleştirerek geniş topraklarındaki en uzak yerleşim bölgelerini dahi Roma’ya bağlayacak şekilde yolları inşa etmişlerdir. Ancak Roma’nın yolları bitümle değil, genellikle yıkılan binalardan alınan atıl malzemeler kullanılarak yapılmış, üzeri silikatlı taş tabakalarıyla kaplanmıştır. İtalyanca’da yol anlamına gelen “Strada” sözcüğünün, Latince’deki “silice starta”, yani “taşla döşenmiş yol” sözcüğünden kaynaklanmasının nedeni de budur. Ayrıca Romalılar kamu eserlerinin korunmasına, bir anlamda yolların bakımına yönelik doğuştan gelen bir koruma duygusuna sahiplerdi. Orta Çağda Romalılarca yapılan yolların terk edildiği uzun bir dönem boyunca insanlar korku nedeniyle malikânelerin korunaklı duvarları ardına sığınmışlardır.
Sonuç olarak bu çağda büyük zarar gören Roma yolları, gitgide birçok yeni Latin dilinde “yön, gidilen yol” anlamına gelen “rupta” (Latince’de “bozuk” anlamındaki sözcük) anlamını aldı.
Marco Polo, Catai’ye seyahati sırasında yanmakta olan bitüm göllerinin doğu gecelerini aydınlattığını anlatmış, bundan birkaç sene sonra, Kristof Kolomb Amerika seyahatlerinden birinde Venezuella yakınlarında “Trinidad Bitüm Gölü” adı verilen, dünyanın en büyük ve en önemli doğal asfalt gölüne rastlamış ve bu gölü dünyaya tanıtmıştır. Rönesans devrinde bitümlü malzemeler, temel olarak yağlıboya ressamları tarafından kullanılmıştır. Daha sonraları ise, Caravaggio olarak da adlandırılan ünlü ressam Michelangelo Merisi bitümü en ünlü tablolarında karanlık etkisi yaratmak için kullanmıştır.
1700 ile 1800 yılları arasında yeni fikirler ve icatlarla dolu son derece hareketli bir dönem tüm dünyada yaşanmaya başlanmıştır. Bu dönemde endüstri devrimiyle başlayan modern çağla birlikte yollar için de yeni bir çağ başlamıştır. Elektrik, telgraf, buhar makinası ve lokomotif gibi buluşlar tarihe hız vermiş, yük taşıma ve insan ulaşımının yanı sıra fikirlerin de yaygınlaşmasını sağlamıştır. Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısı arasında, buluş sahiplerinin ve iddialı yeni teknolojilerin ortaya çıkması sürekli olarak desteklenmiştir. Avrupa’da, Fransa topraklarındaki Rodane nehrinde bulunan Seyssel madenlerinden çıkarılan doğal bitüm ezilerek özel fırınlarda ısıtılmış ve sıkıştırılıp dörtgen şeklinde düz formlar haline getirilmiştir. Bu ilk asfalt plakalar şehir yollarının yapımında kullanılmıştır.
1820 yılında, dünyada ilk kez olarak Paris’te kaldırımların, meydanların (La Concorde Meydanı) ve köprülerin asfaltlanmasında Seyssel madenlerinden elde edilen doğal asfalt kullanıldı. Aynı tarihlerde, Venezuella’daki Trinidad doğal asfalt gölünden elde edilen bitümün ABD’ye satışıyla birlikte yepyeni bir ticaret başlatıldı.
Artış gösteren trafikle birlikte yolların artık yeni proje kriterlerine göre yapılması gerekiyordu. Uzun zaman Kraliçe’nin İskoçya’da yaptırdığı yol yapımında sorumlu olarak çalışan John Loudon McAdam’ın teorisini oluşturduğu bu yol, günümüzde hâlâ Kraliçe’nin adını taşımaktadır. McAdam’ın yaptığı yol; farklı büyüklükteki taşlardan oluşan en az üç katmanın, taşıma kapasitesiyle dikey yüklere dayanıklılığının artırılması için su karıştırılarak sıkıştırılması yöntemiyle oluşturulmuştu. Son derece basit ve ucuz olan bu yapım şekli çok geçmeden tüm Avrupa’ya yayıldı. Kesin bir başarı yaratmış olan McAdam tarzı yol, o bölgelerde günümüzde dahi kullanılmaktadır.
Bu arada, hayatın ilerlemesiyle birlikte her şey sürekli olarak değişmeye devam etmiş, 1870 yılında ABD’nin Texas eyaletinde ham petrol bulunduğu dönemde, Avrupa’da Daimler-Benz firması, demiryoluna gerek olmadan hemen hemen her yere hareket edebilen, dört tekerlekli bir araç olan otomobili icat etmiştir. Çok geçmeden lastik tekerleklerle donatılan otomobil tüm dünyada çok benimsendi ve birkaç yıllık dönem içinde hızla yaygınlık kazandı. Bunda montaj zincirini icat ederek yeni araçların alınması için ulaşılabilir fiyatlar yaratan Henry Ford’un payı büyüktür.
McAdam tarzı yollar bu gelişmelerden olumsuz biçimde etkilendi çünkü bu yollar yüzeyi aşındırarak delikler oluşturan yeni hız lastiklerine uygun değildi. Bu nedenle, özellikle kışın çamur dolu bir tarlaya dönüşen bu yollarda, yazın da geçen araçların ardından toz bulutları oluşmaktaydı. Çok ciddi bir sorun olan tozun oluşumu engellenmeliydi. O zamana kadar fazla bir önemi olmayan yol endüstrisi gelişmeye başladı ve ilk donanım parkıyla birlikte yeni yapım teknolojileri oluşturuldu. Zemin çalışmaları için atların çektiği kazı makinaları kullanıldı. Daha sonraları paletin icat edilmesiyle, hayvan gücünün yerini çok daha etkin olan iş makinaları aldı. Yol inşaatlarında kullanılan en önemli araç buharla çalışan silindirlerdi.